Our Social Media AccountsFollow us

Kimse üzgünken brokoli almaz. Bu kadar net.

Tüketiciler kötü bir günün ardından o çikolatayı sepete atarken, aslında bir ürünü değil, bir duyguyu satın alırlar. Çünkü alışveriş eylemi yalnızca ihtiyacı karşılamakla ilgili değildir; beynin ödül sistemine gönderilen bir sinyaldir. Özellikle stres, yalnızlık veya yorgunluk gibi duygusal durumlarda, beynin dopamin devresi devreye girer ve kişi, kendini iyi hissettirecek bir uyarana yönelir.

Nöropazarlama araştırmaları, satın alma kararlarının %90’ından fazlasının bilinçdışı süreçlerle şekillendiğini ortaya koyuyor. Yani tüketici “karar veriyorum” dediğinde, beynin duygusal merkezleri (amigdala, hipokampus, ventromedial prefrontal korteks) çoktan kararını vermiş oluyor. Bu durumda, marka logosunun rengi, indirim etiketinin kırmızısı ya da “şimdi al, kargo bedava” mesajı, beynin karar devrelerine yönelen birer nöro-tetikleyiciye dönüşüyor. Tüketici davranışının ardında rasyonel bir tercih değil, hissettiği bir dürtü yatıyor.

Markalar için burada önemli olan, tüketiciyi ikna etmeye çalışmak değil, beynin karar anındaki duygusal bağlamı anlamaktır. Çünkü satın alma kararı vitrinde değil, beynin içinde verilir. Bu kararın “anını” görmek mümkün değildir; ancak o ana giden duygusal yolu çözümlemek mümkündür. Dolayısıyla markalar, tüketicinin neyi neden seçtiğini anlamak istiyorsa, önce o duygusal yolculuğun izini sürmelidir.

Bu noktada, verinin kendisi kadar duygusal veriyi de anlamak kritik hale gelir. Geleneksel anketler veya odak gruplar, tüketicinin söylediğini ölçer; hissettiğini değil. Oysa EEG, Eye Tracking, GSR ya da örtük çağrışım testleri gibi nöropazarlama araçları, tüketicinin bilinçdışı tepkilerini görünür kılar. Bu sayede markalar artık “beğenildi mi?” sorusundan öteye geçebilir; hangi anda dikkat dağıldığını, hangi görselin heyecan yarattığını, hangi mesajın güven duygusunu azalttığını ölçebilir.

Beyin, ödül beklentisini ürünün kendisine değil, deneyime bağlar. Bu nedenle bir markanın etkisi, yalnızca sattığı ürünle değil, o ürünün etrafında kurduğu deneyim atmosferiyle ölçülür. Tüketicinin satın alma öncesi yaşadığı o küçük duygusal yükseliş, çoğu zaman ürünün kalitesinden bile daha etkilidir. Dolayısıyla markalar, dopaminin rotasını yakalayabildikleri ölçüde sadakat yaratır.

Renk, fiyat, müzik, ambalaj, görsel ritim… Bunların her biri beynin duygusal hafızasında iz bırakır. Bu yüzden marka dili sadece estetik değil, aynı zamanda nöropazarlama uyumu da taşımalıdır. Görsel bir kampanyanın tonu, reklamda kullanılan müziğin temposu veya mağaza içi ışığın sıcaklığı bile, tüketicinin beyin aktivitesinde farklı duygusal karşılıklar oluşturur.

Markalar tüketicinin duygularını taklit etmeye çalıştıklarında etki yüzeysel kalır. Gerçek bağ, duyguyu okumakla kurulur. Çünkü nörobilimsel açıdan asıl değerli olan, tüketicinin ne hissettiğini “görünür kılmak” değil, o duygunun davranışa nasıl dönüştüğünü anlamaktır.

Sonuç olarak, beyin ürünü değil, o ürünün hissettirdiği duyguyu satın alır. Bu yüzden markalar için asıl soru “ne sattığınız” değil, hangi duyguyu sattığınız olmalıdır.

Gerçek farkındalık, tüketicinin elindeki üründe değil, zihnindeki duygusal deneyimde başlar.

Psk. Ayşe Nur Kaymaz

to take advantage of our services

GET A QUOTE

Contact us now for information about our solutions and to take advantage of them. We are eager to work with you.
GET A QUOTE
GET A QUOTE
Get A Quote
E- NEWSLETTER SUBSCRIPTIONIf you want to stay updated on innovations in neuromarketing, join us now.
SEND
SEND
Tüm hakları saklıdır. 2024©Neuro Reflect Copy Rights
Now is Media